İslâm Hukukunun Mahiyeti: Din ve Hukuk, Şeriat, Fıkıh

Din ve Hukuk İslâm dini, Allah’ın Cebrail adındaki melek vâsıtasıyla peygamberi Hazret-i Muhammed (sallahu aleyhi ve sellem)’e bildirdiği hükümlerden mürekkeptir. Yeryüzünde tarih boyu tatbik edilmiş ve edilmekle olan pek çok hukuk sistemi vardır. Bunlardan kimisi …

Din ve Hukuk

İslâm dini, Allah’ın Cebrail adındaki melek vâsıtasıyla peygamberi Hazret-i Muhammed (sallahu aleyhi ve sellem)’e bildirdiği hükümlerden mürekkeptir.

Yeryüzünde tarih boyu tatbik edilmiş ve edilmekle olan pek çok hukuk sistemi vardır. Bunlardan kimisi İlahî emir ve yasaklardan, kimisi örf ve âdetlerden, kimisi ise yasama yetkisini taşıyan hükümdarın neşrettiği emimâmeler ya da yasama meclisinin çıkardığı kanunlardan teşekkül eder İslâm hukuku, bunlar arasında menşei İlahî olan hukuk sistemleri kategorisine girer. Bugün mevcut diğer İlahî hukuk sistemleri Yahûdîlerin Talmud ve Hıristiyanların Kanonik hukukudur.

İlahiyat (teoloji) ilminin tariflerine göre, din, Allah’ın insanlar arasından seçtiği peygamberlerine melekleri vâsıtasıyla bildirdiği ve insanların uymakla mükellef olduklarına inanılan usûl ve prensiplerdir. İslâm dini, Allah’ın Cebrail adındaki melek vâsıtasıyla peygamberi Hazret-i Muhammed (sallahu aleyhi ve sellem)’e bildirdiği hükümlerden mürekkeptir. Din mefhumuna, ilah (tanrı), melek, peygamber, mukaddes kitap, kader, meâd (kıyâmet ve âhiret) gibi unsurlar girer.

Şeriat

Din ve şeriat umumiyetle aynı mânâda kullanılmaktadır.

Dinî hükümleri, şeriat denilen ilim bildirmektedir. Din ile şeriat umumiyetle aynı mânâda kullanılmaktadır. Bununla beraber din mefhumu biraz daha geniştir. Şeriat, (procede) Arapçada insanı su kaynağına götüren yol, yani yol gösterici demektir. Istılâhî olarak, insanların inanması, yapması ve kaçınması gereken hususların tamamını ifâde eder. Müslümanlığın mukaddes kitabı olan Kur’an-ı Kerîm’de bu kelime sık geçmekte ve bununla her milletin mensup olduğu peygambere indirilen hususî hükümler kasdedilmektedir. Nitekim meselâ Kur’an-ı Kerim’in bir âyetinde, “Allah, dinden hem Nuh’a tavsiye ettiğini, hem sana vahyettiğini, hem İbrahim’e, Musâ’ya ve İsâ’ya tavsiye ettiğini, dini doğru tutup ayrılığa düşmeyesiniz diye sizin için şeriat yaptı” (Şûıâ: 13) şeklinde geçmektedir. Şeriat için, ahkâm-ı İslâmiye (İslâmî hükümler) tabiri de kullanılır.

Fıkıh

Şeriatin amel denilen kısmını, yani insanların yapması gereken hususları bildiren ilim dalma fıkıh ilmi denir.

Şeriat, iman, amel ve ahlâk olmak üzere üç kısma ayrılır. Bunlardan iman (itikad) hükümlerini, yani inanılacak şeyleri bildiren ilme, akîde veya kelâm ilmi ve bu ilimle uğraşan kimseye mütekellim denir. Amel kısmı ise, ferdin Allah ile olan münâsebetlerini tanzim eden ibâdetler ile ferdin diğer insanlarla olan münâsebetlerini tanzim eden hukuku ihtivâ eder. Ahlâkî hükümleri bildiren ilme ise ilm-i ahlâk denir. Şeriatin amel denilen kısmını, yani insanların yapması gereken hususları bildiren ilim dalma fıkıh ilmi denir. Fıkıh, lügatta bilmek, anlamak; ıstılâhta ise beden ile yerine getirilecek şer’î hükümleri bildiren ilim dalıdır. Fıkıh, şeriatın amel kısmının hem ferdî (ibâdet), hem de sosyal (hukuk) unsuruyla alâkalı hükümlere şâmildir. Şu var ki, zekât ve cihad ile alâkalı hükümlerde olduğu gibi bu ikisi her zaman birbirinden ayrılamaz.

İmam-ı A’zam Ebû Hanîfe, fıkhı, “kişinin lehine ve aleyhine olan şeyleri bilmesidir”, şeklinde tarif etmektedir, Buna göre iman, ahlâk ve amel bilgilerinin hepsi fıkhın şümûlüne giriyor. Bunu açıklamak kolay, çünki İmam-ı A’zam Ebû Hanîfe aynı zamanda bir kelâm ve tasavvuf âlimidir. Daha sonra gelen fakîhler fıkhı, Osmanlı medenî kanunu Mecelle’nîn ilk maddesinde de ifadesini bulduğu Üzere, “ilm-i fıkh mesâil-i şer’iyye-yi ameliyyeyi (şeriatın amele dair hükümlerini) bilmekdir” şeklinde tarif etmişlerdir.

İmam Şâfi’î ise usûl-i fıkhı, yani hukuk metodolojisini dışarıda bırakmak sureliyle taeifi daha da daraltarak, fıkhı “dinin amelî şer’î hükümlerini, muayyen delil ve kaynaklardan alarak elde edilen bilgi” olarak tarif etmiştir. Buradan da anlaşıldığı gibi fıkıh ilminin mânâ ve şümûlü başlangıçta daha genişken, sonra-ları daralmış ve artık fıkıh denince bugünki muhtevasıyla amelî hükümler, yani hukuk anlaşılmaya başlanmıştır. Nitekim İslâm hukuku sahasında eser veren Iraklı modem müelliflerden Abdülkerim Zeydan’a göre fıkıh, “zaman, mekân ve beşerin menfaatlerine göre dinî nass ve hükümlerin tefsir ve beyanı suretiyle umumî kaidelerin cüz’i hâdiselere tatbikinden başka bir şey değildir”1.

Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci

Kaynakça

  1. Abdülkerim Zeydan: İslâm Hukukuna Giriş. Trc: Ali Şalak, 2.b. İst. 1985. 114–115.