Çin

Dünyada varlığını sürdüren en eski devletlerden biri Çin’dir. Çin, “dünyanın rahmi” olarak nitelendirilir ve birçok milletin doğduğu bir coğrafya olarak görülür. Çin’i basmakalıp ifadelerle tanımlamak mümkün değildir.

Çin’in yaklaşık 4000 yıllık bir tarihi vardır. İran ise 2600 yıllık bir devlet geçmişine sahiptir. Her iki devlet de aynı coğrafyada uzun süre varlığını koruyarak kurumsallaşmış medeniyetler oluşturmuştur. Çin’in doğusu, Hindistan’ın batısı ve Asya’nın güneybatısında 3500-4000 yıllık kurumsallaşmış devletler ortaya çıkmıştır. Bu iki devlet, aynı bölgede uzun süre varlık göstererek medeniyet kurmuşlardır. Çin medeniyeti, içine aldığı diğer medeniyetleri dönüştürerek kendi kültürüne benzetme eğilimindedir. Benzer bir yaklaşımı İran medeniyeti de sergilemiştir.

Çin’in bilge babası olarak Fu Hi kabul edilir. Çin’in önemli düşünürlerinden biri de Lao Çe’dir.

Fu Hi (伏羲), Çin kültürel tarihinde hem mitolojik bir atay figür hem de uygarlığın kurucu aklının simgesi olarak yer alır. M.Ö. 3. binyıla tarihlenen efsanelerde Fu Hi, yazının ilk biçimlerini (semboller ve sekiz trigram – bagua), balıkçılığı, ağ örmeyi ve evliliği insanlığa öğreten ilksel bilge olarak anlatılır. Bu yönüyle hem kültürel düzenin kurucusu hem de kozmik bilgeliğin tecessümüdür. Taoist ve Konfüçyüsçü gelenekte “bilge baba” (Shengren) statüsünde konumlandırılan Fu Hi, yalnızca teknik beceriler değil, evrenin düzenini (dao) okuyabilme yetisiyle de ön plana çıkar. Onunla birlikte Çin mitolojisinde düzenin, ritmin ve sembolik düşüncenin temelleri atılmış; bu da Fu Hi’yi yalnızca tarihsel değil, metafiziksel bir rehber figür haline getirmiştir.

Aristo’nun akıl yürütme yöntemleriyle Çin’i anlamak oldukça zordur; bu nedenle Çin’i hafife almak doğru olmaz. Çin’de aile dayanışması oldukça güçlüdür. Ancak Çin kavimci bir millet değildir. Bu durum, otoriter bir yönetici sınıfının varlığını zorunlu kılar. Yönetim sistemi ortadan kaldırıldığında Çin’in birliği ve düzeni bozulabilir.

Çin’de milli bir dayanışma yoktur; ancak ailevi dayanışma son derece güçlüdür. 18. ve 19. yüzyıllarda Malezya’da Çin nüfusu %30 oranındaydı. Doğan kız çocukları, Çinliler tarafından sokaklara terk ediliyordu. Malay Müslümanları, evlat edindikleri bu kız çocuklarını Müslüman olarak yetiştiriyordu. Çin kültürü o kadar baskındı ki, bu kız çocukları büyüdüklerinde Çin yemeklerini yapmaya devam ediyordu. Ancak Müslüman oldukları için domuz eti tüketmiyorlardı. Türklerde kadın ön plandayken, Yunan ve Çin medeniyetlerinde erkek daha ön plandadır.

Çin’de ahiret inancı bulunmamaktadır. Çin’de batıl inançlar oldukça yaygındır. Her kültürün kendine özgü bilgeleri vardır ve bazıları diğerlerinden daha fazla ön plana çıkar. Çin, Hint ve İran bilgeleri buna örnek olarak gösterilebilir. Çin medeniyeti dışa dönük ve uygulamacı bir yapıya sahiptir. Çin medeniyetiyle sürekli iletişim kuran tek İslam medeniyeti bulunmaktadır. Büyük medeniyetler, kavimsel hareketlerden ziyade medeni hareketlerle şekillenir. Çin ve İran medeniyetleri, kendilerine gelen kavimleri zamanla kendi bünyelerinde eritmiştir. Türkler, İranlılar ve Çin gibi büyük medeniyetlere dışarıdan yapılacak saldırılar konusunda birkaç kez düşünmek gerekir. Dil ve hakan gibi kavramlar, Çin ile Türkler arasındaki benzerliklere örnek teşkil etmektedir. Ruslar ve Çinliler, Türklerin mitlerini toplayarak Türklerin zaaflarını çözmeyi ve şifrelerini anlamayı hedeflemiştir.

Çin’in en önemli icatları arasında barut, çay, kâğıt, pusula ve matbaa yer alır. Resimyazı (piktogram), resim çizilerek oluşturulan harfleri ifade ederken; fikiryazı (ideogram), resme benzeyen harfleri tanımlar. Çin harfleri, fikiryazıya örnek olarak gösterilebilir.

Rus aydınları Çinlilerden çekinirler. Rusya ve Çin arasındaki fark, Rusya’da merkezi bir yapıdan yönetim sağlanırken, Çin’de daha küçük merkezlerin varlığı ve bu merkezlerin üstünde bir ana merkezin bulunmasıdır. Rusya’daki Gulag hapishaneleri, zamanla Rusya’da paralel bir devlet haline gelmiş bir örgüt olarak görülmüştür. Bu örgüt, destekçileri sayesinde büyük miktarda parayı Çin ve Kolombiya mafyalarından temin etmektedir.

1978 yılında Çin’de tek bir banka bile yokken, bugün dünyanın en büyük bankaları Çin’de bulunmaktadır. Küreselleşmenin yeni merkezi artık Çin olmuştur.

Çin Kültür Devrimi 1966-1976

Deniel Leese tarafıdan kaleme alınan Çin Kültür Devrimi 1966-1976 kitabındaki önemli gördüğüm yerleri sizlerle paylaşıyorum. Çin gibi bir devleti 1966-1976 tarihleri arasına sıkıştırmak çok yanlış olur. Çin’i anlamak için derinlemesine bir tarih arkaplan bakmak gerekiyor. Kitabın konu aldığı yıllar hakkında önemli bilgiler sunmaktadır. Kültür devrimi derinlemesine incelemesi, yaşanan önemli olayları, uluslararası ilişkileri ve öncesi-sonrası bir çok bilgiye yer verilmektedir. Bu kitapla bir bir başlangıç yapabilirsiniz fakat yeterli olmayacaktır, Sun Tzu savaş sanatı kitabı sizler için önerilirim.

Her ne kadar tarihin sadece “büyük adamlar” tarafından yazıldığı iddiası haklı olarak eleştirilse de, Mao Zedong olmasaydı. Kültür Devrimi’nin gerçekleşmeyeceğinden şüphemiz yoktur. Fakat aynı ölçüde önemli bir nokta şudur ki; eğer Çin toplumundaki temel çekişmeler olmasaydı, hareket asla böylesine dinamik, güçlü ve etkili olamazdı. Kültür Devrimi’nin sebepleri karışıktır ve özellikle 1950’li yıllardan itibaren ülke içindeki ve uluslararası gelişmeleri anlamadan yorumlanamaz. Komünistler, Sun Yat-sen’in kurduğu Çin Milli Halk Partisi Guornindang’a karşı yaphkları iç savaşı (1946-49) kazanmalarını, büyük oranda geleceğe yönelik ortak bir vizyona sahip olmalarına borçludurlar. Neredeyse yüzyılın sonuna kadar bu kolektif çalışmalar Çin Halk Cumhuriyeti’nin politikasını belirlemiştir.

Bu tür adımlar, büyük felaketlere ve insan kayıplarına yol açmaktadır. Çin, bu durumun en çarpıcı örneklerinden biridir.

Mao, Büyük İleri Atılım’ın korkunç icraatlarını daha da öteye taşıyarak, dünya tarihindeki en büyük kıtlığın sorumlusu olmuş, güncel tahminlere göre 30 ile 45 milyon arasında insan hayatını kaybetmiştir.Kültür Devrimi’nin somut sebepleri ancak bu gelişmelerin ışığında anlaşılabilir.

Sosyal nedenler ve Mao’nun yaptığı çağrılar, ülkede önemli olayların yaşanmasına zemin hazırladı.

Mao’nun eğitimde, sanatta, edebiyatta ve dindeki otoritelere ve son olarak parti yöneticilerine karşı ayaklanmaya çağırması ülkede büyük yankı uyandırdı çünkü bu çağrı, birçok grup ve birey açısından farklı haksızlıkları ve yapısal eşitsizlikleri protesto etmenin yolunu açıyordu.

Parti içinde kendisine yönelik artan eleştiriler üzerine Luo’nun Mart 1966’da intihara teşebbüs etmesi ancak teşebbüsünde başarılı olamamasıyla alay eden Mao, ona bir dahaki sefere pencereden kafa üstü atlamasını önermişti. İntihar, parti prensiplerine ihanetin son raddesi sayılıyordu. Stalin dönemindeki Sovyetler Birliği Komünist Partisi’ nin aksine Çin’ de kendini güç savaşlarına feda etmek henüz yaygın değildi.

Mao, parti merkezinin yetkisini sürekli azalıyordu. 1 Ağustos’ ta, ortaokullu “Kızıl Muhafız” asi öğrencilerin bir mektubunu açık şekilde cevapladı ve gençlere sınırsız destek sözü verdi. Gericilere karşı “isyan haklıydı.” Bu slogan, Kültür Devrimi’nin en anlamlı mücadele düsturu olacaktı. Mao, sıra dışı adımlar atmaya devam ediyordu: Parti yönetiminin yakın geçmişteki siyasi çizgisine “sözde Marksist” muamelesi yapıyordu; yöneticilerin halk iradesine göre hareket etmelerinin sadece lafta kaldığını söyledi; kendisi bir duvar gazetesi yayımlayıp yönetimdeki yoldaşlarını suçladı ve onları, “burjuvazi diktatörlüğü” yaratmakla, “muhteşem ve görkemli bir Kültür Devrimi hareketini” bastırmakla itham etti.

Kültür devrimde artık yeni bir dönem başlıyor.

Kültür Devrimi’nin yönetimi artık Mao’nun elindeydi. Ona destek verenler Kültür Devrimi Merkez Grubu, Zhou Enlai yönetimindeki geriye kalan devlet erkanı ve Lin Biao yönetimindeki orduydu.

“Kültür Devrimi” denildiğinde genel olarak 1966 yazı sonunda milyonlarca Kızıl Muhafız’ın “Büyük Başkan” a saygı ve sevgi gösterisinde bulunarak, dine ve eskiye ait sanat eserlerini parçalamaları, bu sırada “sınıf düşmanlarını” aşağılamaları ve hatta öldüresiye dövmeleri akla gelir. Tüm bunlar gerçeklerle örtüşmektedir ve hareketin herkesçe bilinen yönünü oluşturmaktadır. Fakat bu aslında, Kültür Devrimi’ nin Ağustos 1966 ila 1968 son baharı arasındaki çalkan blı dönemininin çok daha karışık olaylarının sadece bir bölümüdür.

Pekin’de başlayan sonrasında Kızıl Muhafızlar tarafından kötü olarak gördükleri insanları başka şehirlere sürgün ettiler.

Ağustos ve eylül aylarında resmi istatistiklere göre sadece Pekin’de 1772 “sınıf düşmanı” öldürüldü ve Kızıl Muhafızlar, sınıf geçmişi “kötü” olan 77.000’ den fazla insanı şehirden sürdüler.

Başlangıç döneminin en korkunç cinayetleri Pekin’ in banliyölerinde yaşandı. Changping bölgesinde 1966’nın ağustos sonunda, birkaç gün içinde 327 “sınıf düşmanı” öldürüldü. Pekin’in güneyindeki Daxing ilçesinde “sınıf geçmişi kara” ilan edilen ve yaşları 38 günlük bebekten 80 yaşına dek uzanan 324 kişi, “olası bir darbeyi önlemek” amacıyla yerel milis birliklerinin düzenlediği saldırıda hayatlarını kaybettiler.

Devrim, Konfüçyüs öğretileri hedef alan bir yere geldi. Şehirler, tapınaklar ve tarihsel mekanlar bu durumdan nasibini aldı.

Şiddetin hedefi sadece kişiler değildi. “Konfüçyüs ve Mensiyüs yolunun” ifadesi olan eski kültür eserleri de, Lin Biao’nun 13 Ağustos konuşmasında hedef gösterdiği eski geleneklere ait olduğu için, 1949 sonrası yenilikçi politika gibi yok olmalıydı. Sokak ve iş yerlerinin adlarının değiştirilmesi gibi simgesel hareketlerden başka Kızıl Muhafızlar, sözde sınıf düşmanlarının evlerine giriyor, “burjuva” diye nitelendirdikleri tüm nesneleri, klasik sanat eserlerini, resimleri, yabancı kılık kıyafetleri, paraları ve başka tüm bulduklarını topluyorlardı.

Tapınaklar, ibadethaneler ve tarihsel dini nesneler yakılıyor, inançlı insanlar gözetlenip takip ediliyor ve sürekli suçlanıyordu. Zhou Enlai ve devlet idaresi, kültürel mirasın en önemli merkezleri Yasak Şehir ve Gök Mabet’ e asker sokarak buraları tahripten zar zor korudular.

Konfüçyus’un doğduğu Qufu şehrinde, Konfüçyüs mabedini muhafaza etmek isteyen yerel güçler ile başkentten gelen Kızıl Muhafızlar arasında yaşanan kanlı çatışmalardan sonra, mabet büyük ölçüde talan edilmiş, kısmen yıkılmıştır.

Kültür Devrimi yukarıdan aşağıya doğru seyreden bir olaydır. Artık devrim kurumsallaşmaya ve halka benimsetilmeye başladı.

Kültür Devrimi, devrim olarak “yukarıdan” başlamıştı ve devrim yandaşları hareketin daha inandırıcı olması için sosyal çatışmalardan faydalanmışlardı.

Mao’nun hedefi kesinlikle iç savaş çıkarmak değildi. Asıl mesele, Kültür Devrimi’nin ideallerinin etkili bir şekilde nasıl kurumsallaştırılabileceği ve revizyonizmin yeniden canlanma tehlikesinin nasıl engellenebileceğiydi.

Kültür Devrimi karışıklıklarının başlangıcından altı ay sonra artık anarşi ve “Büyük Kargaşa” geride kalmıştı. 23 Şubat 1967 tarihinde Şanghay Komünü’nün ismi resmen “Şanghay Devrim Komitesi” olarak değiştirildi.

1972 yılına kadar aşağı yukarı 2,8 milyon asker bu tedbirlerin uygulanmasına dahil oldular ve böylece orduyu Kültür Devrimi tartışmalarının içine soktular.

Özel komisyonların kurulması, politik düşmanlarla mücadelede önemli bir rol oynadı. Bu komisyonlar, yapıları itibarıyla Nasyonal Sosyalistlerin Gizli Polis teşkilatı Gestapo’ya benzerlik gösteriyordu.

1966’nın mayıs ayında, Zhu Enlai başkanlığında, Kültür Devrimi Merkez Grubu’nun bir yan kuruluşu olan ve Merkezi Özel Durumlar Komisyonu denilen bir komisyon kuruldu. Bu kurumun ana görevi, partinin politik düşmanlarını ortaya çıkartmaktı. Ağırlık noktası önceleri bireylerdeyken, sonradan “16 Mayıs Unsurları” denilen gruplara kaydı. Kurumlaşma ve kontrol düzeyi özellikle yerel yönetimlerde belirgin bir şekilde daha düşük olmasına rağmen, Özel Durumlar Komisyonları, birçok açıdan Nasyonal Sosyalistler’in Gestapo’suna (Gizli Polis) benziyordu.

Kültür devriminin önemli ayaklarından biri de silahlı mücadeledir.

Böylece Mao, 1938 yılındaki meşhur sözüne geri dönmüş oluyordu: “Her komünistin anlaması gereken bir gerçek vardır: ‘Politik güç, silahların namlusundan gelir.’ Bizim prensibimiz şudur: Parti, silahları yönetir. Silahların partiyi yönetmelerine asla izin verilmemelidir.” Böylelikle bir askeri darbe tehlikesi bertaraf edilmiş oluyordu.

Kültür devrimi artık hedefine ulaşmıştı ve ardından uluslararası ilişkiler önem kazanmaya başladı. Amerika ve Avrupa devletleriyle ilişkiler kurularak yeni bir dönemin temelleri atıldı.

Siyasi havanın yumuşamasıyla birlikte Çin ile Batılı devletler arasında ekonomik ve kültürel ilişkiler de gelişmeye başladı, örneğin artık öğrenci değişimi yapılabiliyordu. Nixon ziyaretinden sonra imzalanan Şanghay Bildirisi adlı belgede, her iki taraf da bundan böyle Asya-Pasifik bölgesinde hegemonya çabalarını desteklemeyeceğine söz verdi. Aynı zamanda Birleşik Devletler, açıkça Çin’ in veya Tayvan’ın tarafını tutmadan “Tek Çin” prensibini açıklamıştır. Tayvan’ a yapılan Amerikan silah yardımının azaltılması ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde, Tayvan’ın yerini “yasal Çin”in temsilcisi olarak Çin Halk Cumhuriyeti’nin alması, Tayvan tarafında “Amerikalıların ihaneti” olarak algılanmıştır.

Doğu Türkistan

Taha Kılınç’ın Doğu Türkistan üzerine yaptığı Çin değerlendirmelerine katılıyorum. Daha fazla bilgi edinmek isterseniz, İstiqlal Türkçe kanalında konuk olan Taha Kılınç’ın Doğu Türkistan gezisinde edindiği izlenimlere ve yaşadığı deneyimlere dair paylaşımlarını dinleyebilirsiniz. Ayrıca, bu gezisini kitaplaştırdı; kitabı en kısa sürede kitapçılarda bulabilirsiniz.

Doğu Türkistan’da umut ışığı görünüyor mu?

Mevcut durum itibariyle bakıldığında, Çin’in Doğu Türkistan’da Uygur Türklerine uyguladığı baskı ve asimilasyon politikalarının istenen neticeleri vermeye başladığı söylenebilir. Ancak tarih, keskin dönüm noktaları ve çarpıcı dönüşümlerle doludur. Bundan 20-30 sene sonra neler yaşanacağını kimse kestiremez. Çin zayıflayabilir, dünyada sürpriz gelişmeler yaşanabilir, politikalar değişebilir… Dolayısıyla umudu kaybetmeden, en doğru ve gerçek argümanlarla davayı savunmayı sürdürmek şart.

Yayınlandı: Güncelleme: