Eski insanlar can ve ruhun kanda olduğuna inanırdı. Beyaz tenlilerin damarlarının görünmesi ve mavi sanılması, mavi kanı kutsal saymalarına yol açtı.
Kan, eski toplumlarda yalnızca biyolojik bir sıvı değil, yaşamın özü ve ruhun taşıyıcısı olarak kavranmıştır.
Bu anlayış, kanın dökülmesini ölümle, korunmasını ise yaşamın devamıyla özdeşleştiren ritüellerde açıkça görülür.
Beyaz tenli bireylerde damarların görünür olması ve bunun mavi renkle ilişkilendirilmesi, bedensel gözlemlerden türetilen sembolik bir yorumdur.
Bu gözlem, “mavi kan” kavramının tarihsel kökenine zemin hazırlamış; aristokrat sınıfların kendilerini “öteki” insanlardan farklı ve kutsal görmelerine ideolojik bir meşruiyet sağlamıştır.
Böylece biyolojik bir ayrıntı, toplumsal hiyerarşinin mitolojik bir gerekçesine dönüşmüştür.