Mucizeler Tarlası Çanakkale

Birlik ve bütünlüğümüzün adresi: ÇANAKKALE… Etrafında ihtilafsız ittifak edebileceğimiz ortak değerleri öne çıkarmamızı gerektiren günler yaşıyoruz… Tarih, ortak değerlerimizden biridir… Özellikle Çanakkale Zaferi, yakın tarih içindeki yeri bakımından son derece anlamlıdır. Anlamlıdır, çünkü, “Osmanlı bitti, …

Birlik ve bütünlüğümüzün adresi: ÇANAKKALE…

Etrafında ihtilafsız ittifak edebileceğimiz ortak değerleri öne çıkarmamızı gerektiren günler yaşıyoruz… Tarih, ortak değerlerimizden biridir… Özellikle Çanakkale Zaferi, yakın tarih içindeki yeri bakımından son derece anlamlıdır.

Anlamlıdır, çünkü, “Osmanlı bitti, bir daha dirilemeyecek şekilde yere serildi,” denilen bir zamanda kazanılmıştır. Mahiyeti itibariyle bir diriliş cehdi, aynı zamanda da birlik-beraberlik sembolüdür. Bu itibarla Çanakkale mücadelesini kazanan ruhu keşfetmeye ve kavramaya muhtacız.

Hatırlayalım ki Çanakkale Zaferi, Avrupa’nın “Hasta Adam” damgasını vurduğu bir milletin varlık mücadelesidir. Mücadele kaybedilseydi her şey biter, o moral çöküntüsü içinde İstiklâl Savaşı bile verilemezdi. Ama kazanıldı. Tarihin yolu ve yönü değişti.

Bir millet, ateşle imtihan olundu Çanakkale’de; tarihle hesaplaştı ve kendi varoluş tarihini yeniden yazdı. Oysa yıllarca savaşmaktan yorgundu. İmparatorluğun geniş coğrafyası içinde on yedi yıl aralıksız savaşmış, Trablus-garp’tan Balkanlar’a kadar tüm vatan sathını kanıyla âdeta sulamış, başta insan kaynakları olmak üzere hemen hemen tüm kaynaklarını tüketmişti.

27 yıl aralıksız savaş…

Yıl 1897…

Cephe Dömeke: Yunan ordusuyla hesaplaşıyoruz.. Hemen arkasından ise Makedonya’da varlık mücadelesi veriyoruz…

1911’de Osmanlı mirasından Trablusgarp’ı (Libya) koparmak isteyen İtalya ile savaşıyoruz…

Trablusgarp Savaşı bitmeden Balkanlar alevleniyor, oraya koşuyoruz. Karşımızda Sırbistan, Bulgaristan, Yunanistan ve Karabağ namıyla küçük Avrupa var; Anadolu’nun tertemiz gençleri Balkan topraklarında kalıyor…

İmparatorluğun sınırları ise Edirne’de çiziliyor…

Yıl 1914…

Bu kez cephe bütün vatan…

Yine kan, barut, ateş…

Ve biz yine ateşin ortasındayız.

Üstelik İmparatorluğumuzun merkezi kendi içine kapanmış, politikacılar iktidardan pay kapmaya çalışırken, Allahüekber Dağları’ndaki buz cehennemi binlerce vatan evlâdını yutmuştur.

Ve Çanakkale…

Dünyanın en güçlü, en teknik, en eğitimli orduları ile dünyanın en yorgun milleti karşı karşıya…

Kuvvet dengesizliği…

12 büyük zırhlı, 18 muhrip, 13 torpido gemisi, 7 tarama gemisi, küçük çaplı gemiler, 24 denizaltı, 42 uçak ve 500 bin asker…

İtilaf donanması, 506 topla günde ortalama 23 bin mermi gönderiyor mevzilerimize…

Bizim elimizde ise çoğu eski, eski olduğu için de ateş gücü son derece düşük 150 top var…

Atılabilen mermi sayısı sadece 370…

Bu açığı kapatmak için bulunabilen tek yol ise mevzilere soba borulan yerleştirilip top görüntüsü verilmesinden ibaret…

İngilizler zaferden emindir. Bu emniyet ve gurur içinde Churchill, donanmayı Çanakkale’ye gönderdiği andan itibaren yaptığı bütün konuşmalarda aynı hayali seslendiriyor:

“Çanakkale mutlaka geçilmelidir, geçilecektir! Osmanlı Devleti mutlaka bertaraf edilmelidir, edilecektir!”

Bu amaçla son büyük saldırısını gerçekleştirmek için hazırlanıyor.

Aynı günlerde Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanı Kurmay Albay Cevat Bey, subaylarını toplamış, şöyle konuşuyor:

“Silah arkadaşlarım! Biz, düşmanın toplarına ve zırhlılarına karşı imanımızla çıkacağız. Şarapnellere ve mermilere göğsümüzü siper edeceğiz. Ve bütün dünyaya ‘Çanakkale Geçilmez’ sözünü bir darb-ı mesel gibi söyleteceğiz.”

“Çanakkale’yi geçirtmeyeceğiz” diyenlerle, “mutlaka geçeceğiz” diyenlerin savaşıdır bu…

Nihayet 18 Mart…

Mehmed Akif’in, “Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ” dediği kuvvetler, karadan ve denizden saldırıya kalkıyor.

Çanakkale sırtları denizden, havadan ve karadan atılan bombalarla bir anda cehenneme dönmüştür.

Bu saldırılar bir kısmı çocuk yaşta, bir kısmı yedek subay on binlerce şehide mal olacaktır, ama Çanakkale geçilemeyecektir.

Saldırganların adı “düşman”dır, savunanların ise “kardeş”! Saldırgan “Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ”; savunmacılardan kimi Türk, kimi Kürt, kimi Laz, kimi Çerkez, kimi Arnavut…

İngiliz gülleleri adres sormuyor…

Çanakkale sırtlarında, ezan minarelerde sönmesin, bayrak direkten inmesin, Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’una düşman çizmesi değmesin kararlılığı içinde, namusunu savunur gibi vatanını savunan Mehmetçikleri hedef alıyor…

Saldırgan, savunmacıların etnik kökenine bakmadan Türk’ün, Kürt’ün, Laz’ın, Çerkez’in, Arnavut’un iman dolu göğsünü hedef alıyor.

Öte yandan Türk’le Kürt aynı değerler (dini değerler) etrafında kenetlenip, aynı amaçlar (vatan savunması) uğruna şehit oluyorlar ve koyun koyuna aynı mezarda ebediyeti yaşıyorlar.

O değerler bugün de yaşadığına göre, yeniden bütünleşebilir, amaç birliği içinde geleceğe yürüyebiliriz.

Kısacası Çanakkale Zaferi, her şeyden önce birlik ve bütünlüğümüzün adresidir!

Yavuz Bahadıroğlu