Savaşın En Zarif Halkası: Zihgir

Zihgir, yay çilesini çeken elin başparmağına takılır ve parmak çileye dolandıktan sonra el, şekildeki gibi “mandal” diye tabir edilen biçimde kapatılarak kilitlenir. Gazneli Mahmud, sultanlığının yakınlarında konatını kuran ve çadır sayısı günbegün artan Selçukluları iktidarı …

Zihgir, yay çilesini çeken elin başparmağına takılır ve parmak çileye dolandıktan sonra el, şekildeki gibi “mandal” diye tabir edilen biçimde kapatılarak kilitlenir.

Gazneli Mahmud, sultanlığının yakınlarında konatını kuran ve çadır sayısı günbegün artan Selçukluları iktidarı için potansiyel bir tehdit olarak görmektedir. Onları nasıl kontrol altında tutacağını kara kara düşünürken, dönemin Tus valisi sultana şöyle bir akıl verir: “Sultanım! Bunlar çok iyi savaşçılar ve ok-yay kullanma becerileri inanılmaz seviyede. Başparmaklarını kes ve kurtul onlardan!” Gazneli Mahmud bu önlemi çok sert bulacak, “Tescil edilmiş bir suçu olmayan Müslüman ahaliye reva gördüğün bu mudur? Ne gaddar adammışsın!” diye onu azarlayacakür. Sultan, Selçukluların askerî ve siyasî aktivitesini kontrol etmek için daha kansız bir yol bulur. Kardeşlerden biri olan İsrail Arslan Yabgu’ytı bir işret meclisinde sarhoş edip rehin alır.

Asya ve Ortadoğu okçuluğunu Batılı okçuluk ekollerinden ayıran en önemli özellik, yay çilesinin başparmakla çekilip bırakılmasıdır. Yukarıda aktardığım diyalog, Türk okçuluk kültüründe bu tekniğin izlerini Selçuklulara kadar sürmemizi sağlar. Bu tekniğe göre yay çilesi çekilirken el, “mandal” diye tabir edilen özel bir biçimde kapatılır ve başparmağa özel bir yüzük takılır. Bu yüzük hem parmağı çilenin baskısından korur, hem de atış balistiğine bazı olumlu katkılarda bulunur.

Osmanlılar bu özel okçu yüzüğü için Farsça bir tabir kullanmışlardır: “zihgîr”. Orijinali “zehgîr” olan terim, “kiriş” ve “çeken” sözcüklerinden müteşekkil bir bileşik kelimedir. Memlûkların okçuluk risalelerinde geçen ve zihgîr için kullanılan “engiiştvâne” de Farsçadır. Farsça terminolojinin sebebi, okçuluk becerileri tarihî belgelerle sabit olan Sasanilerin İslâm öncesi Türk devletleriyle kurmuş oldukları askerî ve siyasî ilişkiler olabileceği gibi, İslâm dünyasının seküler sahalarında Farsçanın hâkim dil olması da olabilir.

Osmanlı’da Zihgîrin Pirleri

Türk okçuluğunun en iyi dokiimante edilmiş safhası, Osmanlı okçuluğudur. Osmanlı’da okçuluk sadece bir savaş sanatı değil, 15. yüzyılın başından itibaren sistemli ve kurumlaşmış bir spor dalıdır da. Ok meydanları, sadece ok atmaya tahsis edilmiş vakıf hüviyetinde kurumlar olarak yalnız İslâm dünyasında değil, dünyada da bir istisnadır. Atıcılar tekkesinde bir antrenör nezaretinde, belli bir eğitim metodolojisiyle yetiştirilen kemankeşler (ok atıcıları), yine belli kurallara ve formalitelere uygun olarak icazet alırlardı. Bu sporcuların kıran kırana rekabeti, hatırı sayılır bir üretim sektörü tarafından desteklenip beslenmekteydi.

Osmanlılar, ulaşılması bugün bile imkânsız menzil rekorlarına imza atmakla kalmadılar, Asya tipi kompozit yayı teknik açıdan en mükemmel hale getirdiler. Yay ve ok yapan ustalar (kemangerler ve tîrgerleıj esnaf loncaları halinde örgütlenmişlerdi. Okçuluk sanatının olmazsa olmazı olan zihgîrin yapımı da bağımsız bir esnaf-zanaatkâr loncası tarafından üstlenilmişti. Pirleri. Mustafa Kâni’ye göre Ali bin Ebû Tâlib, yani Hz. Ali, Evliya Çelebi’ye göre ise Şaghal bin Sa’îd Kâşî’ydi.

Fatih’te Zihgirci İdi!

Türklerde her bireyin bir meslek sahibi olması geleneği doğrultusunda, birçok Osmanlı padişahı da ciddi bir meslek eğitiminden geçmiştir. İstanbul’un fatihi II. Mehmed, bahçıvanlığın yanı sıra bu meslekte de eğitim görmüştü ve bir zihgîrci idi.

Sasanilerden Bugüne Zihgir

Osmanlı sözlü geleneğinde zihgîrin icadı Hz. Muhammed (sas) ile Hz. Ali arasında geçen bir diyaloğa dayandırılır. Rivayete göre, Hz. Ali ok atarken yayın çilesinin parmağını acıtmasından şikâyet etmiş. Peygamber de “Ya Ali! Bir yüzük yapıp parmağına taksana!” demiş. Bu hikaye, islamiyeti kabul edenTürklerin Orta Asya’dan getirdikleri bu savaş sanatına nasıl alternatif kılıflar diktiklerini açıkça gösterir. Çünkü İslam öncesi ve erken İslam-Arap dünyasında başparmak çekişinin tanınmadığı nı biliyoruz. Müslümanlar gerek bu atış tekniğini, gerekse bu tekniğin ayrılmaz bir parçası olan kompozit yayı, Sasanilerle yaptıkları savaşlarda veya onları nihai yenilgiye uğrattıkları 642 yılından sonra girdikleri Maveraünnehir’de, başka bir deyişle Güney Türkistan topraklarında öğrenmiş olmalıdırlar.

Bir Aksesuar Ki Rütbeye İşaret!

Osmanlı kemankeşleri şans getirdiğine inanarak zihgîrlerini devamlı başparmaklarına takılı vaziyette taşırlardı. Bazı padişah portrelerinde de zihgîrin başparmağa takılı görünmesi bu geleneğin parçası olabileceği gibi, bu okçuluk aksesuarının cengâverliğin görsel bir simgesi olmasıyla da ilişkilendirilebilir. Babürşahlar Devleti’nde zihgîrin kuşağa bağlı bir ipin ucunda, “askerî elite mensubiyetin bir göstergesi olarak taşınan aksesuara dönüşmesi, hatta Çin’de askerî elit dışında-mesela zengin tüccarlar tarafından bir statü sembolü olarak takılması, Osmanlı’da da böyle bir sembolizm olabileceğini düşündürmektedir.

Murat Özveri