Lâlenin Hem Soğanını, Hem de İsmini Batı Dillerine Armağan Eden Büyükelçi: Ogier Ghiselin de Busbecq

1554 ile 1562 yılları arasında İstanbul’da Avusturya Büyükelçisi olarak görev yapan Ogier Ghiselin de Busbecq’in iyi bir diplomat, sağlam bir gözlemci, klasik diller ve eski çağ tarihi konusunda derinleşmiş bir entelektüel olduğunu biliyorduk da; Osmanlı’nın …

1554 ile 1562 yılları arasında İstanbul’da Avusturya Büyükelçisi olarak görev yapan Ogier Ghiselin de Busbecq’in iyi bir diplomat, sağlam bir gözlemci, klasik diller ve eski çağ tarihi konusunda derinleşmiş bir entelektüel olduğunu biliyorduk da; Osmanlı’nın yeryüzüne armağanı olan lâlenin isim babalığını da yaptığını bilmiyorduk doğrusu. Hele her şeyin Busbecq’in bir yanlış anlamasından kaynaklandığından haberimiz bile yoktu.

Batı dillerine âşinâ olanların kolayca hatırlayacağı gibi, bu dillerde lâleye lâle değil, “tullip/tulip” denilmektedir. Lâlenin Türkiye’den Avrupa’ya hangi tarihte götürüldüğü tam olarak kayıtlara geçmiş değil maalesef; ancak, soğanının bir tülbente sarılarak ülke dışına çıkartıldığına dair rivayetler rivayet olmaktan çıkıp doğrulanacak gibi görünüyor. Ne var ki, tercümanın yaptığı bir yanlışlık her şeyi değilse bile, bazı şeyleri altüst edecektir. Busbecq, lâle soğanının sarılı bulunduğu tülbentin, Türkçe’de lâle anlamına geldiğini düşünmektedir söz gelişi. Düşünmekle kalmayıp, hatıratına, “Türklerin tülbent dedikleri bir çiçek…” gibisinden bir şeyler de yazacaktır. Böylece Busbecq, sadece lâle soğanının değil, lâlenin isminin de Avrupa’ya yayılmasına yol açan listenin en ön sırasında yer almayı başaracaktır. Gerisi ise o bilinen çizgiyi izleyecek ve tülbent, telaffuz zorlukları ve benzeri gerekçelerle “tulip” olup çıkacaktır karşımıza. Devrin padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın bütün bu gelişmelerden haberdar olup olmadığına, eğer haberdar idiyse nasıl bir tepki gösterdiğine dair en küçük bir bilgi kırıntısı bile yok elimizde, ne yazık ki.

Ogier Ghiselin de Busbeck, ilginç bir isim hakikaten. 1522’de köklü bir ailenin çocuğu olarak geliyor dünyaya. Tahsilini, Paris ve Venedik’te tamamlıyor. 1554 yılında da, yani İmparator Ferdinand döneminde Avusturya’nın İstanbul sefirliğine tayin ediliyor. Çünkü o sırada, Avusturya’nın bir önceki sefiri olan Maluezzi, Yedi kule zindanlarına kapatılmış durumdadır. Sebebi de gayet basittir bunun: Osmanlı, geleneklerine göre, savaş ilan ettiği ülkenin elçisini hiç vakit yitirmeden zindana atmaktadır. İmparator Ferdinand da, Sultan Süleyman ile imzaladığı barış antlaşmasını bozup Erdel’i istila edince olanlar olmuş ve bir önceki gün sarayda görkemli törenlerle ağırlanan Avusturya elçisi Maluezzi, birdenbire Yedi kule zindanlarında buluvermiştir kendisini.

Ogier Ghiselin de Busbecq, Osmanlı Avusturya ilişkilerinin hayli gergin olduğu bir dönemde üstlendiği bu ağır görevin altından ustalıkla kalkmasını bilecektir. İyi bir diplomat olan Busbecq, hem Türkleri sevdiği için, hem de kısa sürede Türkler tarafından da sevildiği için iki devlet arasındaki gerginliği nispeten yumuşatmayı başaracaktır.

1562 sonlarında Türkiye’den ayrılan Busbecq, uzun müddet devlet hizmetinde çeşitli görevler yapmaktan vazgeçmeyecektir. 71 yaşında iken bu işleri bir kenara bırakıp doğduğu yere dönmeye karar vermesi, pek çoklarını şaşırtacaktır bu nedenle. O ise son günlerini sakin bir yerde ve gönül huzuru içinde geçirmeyi istediği için doğduğu yerlerin hayalini kurmaktadır. 28 Ekim 1592’de St. Germain yakınındaki Maillot Şatosu’na götürülmesini talep edişi de bunun göstergesidir zaten.

11 gün sonra hayata gözlerini kapadığında bütün Avrupa “tulip” ismiyle de olsa lâleyi gayet iyi biliyordu artık. Avrupa’nın bildiği bir başka şey ise başarılı bir diplomat olan Busbecq’in, İstanbul’dan arkadaşı Nicholas Michault’a yazdığı dört uzun mektubun sosyal ve tarihî değeriydi. Bugün bile önemli tarihî kaynaklar arasında yer alan bu mektuplar, ilk kez 1939 yılında Hüseyin Cahit Yalçın tarafından farkedilip aktarılacaktı Türkçe’ye. Yalçın, orijinali Latince olan mektupların muhtelif zamanlardaki İngilizce baskılarından yapmıştı tercümeleri ve Türk Mektupları adıyla yayımlamıştı. Aynı mektuplar, daha sonra 1953 yılında Kanuni Devrinde Bir Sefirin Hatıratı adı altında bir kez daha çevrilecektir Türkçe’ye. Biz ise Tercüman 1001 Temel Eser Serisi’nden yayımlanan ve Aysel Kurutluoğlu tarafından hazırlanan ‘Türkiye’yi Böyle Gördüm’ isimli tercümeyi esas aldık. Busbecq, Türkler’in yazılı kağıtlara gösterdiği saygıyı anlatarak başlıyor mektubuna.

Ogier Ghiselin De Busbecq