Osmanlı’dan Cumhuriyete Elit Bir Soyağacı Portresi: Kaplumbağa Terbiyecisi Osman Hamdi Bey

Elitler terbiyeci Türkler kaplumbağa mı diye sorası geliyor insanın. Osmanlı Türkiye’sinin yetiştirdiği tek “doğulu oryantalist” olarak tanımlanan Osman Hamdi Bey’in meşhur “Kaplumbağa Terbiyecisi” tablosu TMSF tarafından açık artırma sonucunda Koç ailesinden Suna-İnan Kıraç çifti tarafından …

Elitler terbiyeci Türkler kaplumbağa mı diye sorası geliyor insanın. Osmanlı Türkiye’sinin yetiştirdiği tek “doğulu oryantalist” olarak tanımlanan Osman Hamdi Bey’in meşhur “Kaplumbağa Terbiyecisi” tablosu TMSF tarafından açık artırma sonucunda Koç ailesinden Suna-İnan Kıraç çifti tarafından Pera Müzesi için beş trilyon liraya satın alınmıştı.

Mistik, zahiriye (açık) değil, Batıni (gizli/ezoterik) olana anlam yükler; meramını açık değil, örtük olarak ifade eder. “Kaplumbağa Terbiyecisi” resmindeki kişi Osman Hamdi Bey’in bizzat kendisidir. Osman Hamdi, YÖK sonrası Mimar Sinan Üniversitesi, ondan önce Devlet Güzel Sanatlar Akademisi olan Sanayii Nefise Mektebi’nin kurucusu olan ve 25 yıl da müdürlüğünü yapan kişi. Osman Hamdi Bey öğrencilerini bir kaplumbağa olarak görüyor. Zavallı kaplumbağalar, hızı ve bir şey öğrenememesi açısından küçümsenmiş, ama üstüne mum dikilerek gece eğlencelerinde fener yerine, bir “hoşluk” meydana getirmek maksadıyla özellikle de Sadabad eğlencelerinde kullanılmış. Ortada yavaş yavaş dolaşan, azıcık bir ışık veren, daha çok görsel bir eğlence malzemesi kaplumbağa ile öğrenciler özdeşleştiriliyor. Ressam ise elinde ney, sırtında keşkül-i fukara olan bir DERVİŞ. Hindistan cevizinden yapılan keşkül-i fukara ya da sadece keşkül, dilenci çanağıdır; dervişlerin ilahi okuyarak dilenirken uzattıkları çanaktır. Boynunda asılı olana maşa diyorlar ama esasen maşa değil, kaşağı ya da altılı topuz (şeşper). Bektaşilikte, el (pençe) “ali aba”yı simgelediğinden kutsal sayılıp, vücudun bir yerini kaşımak için el yerine kaşağı kullanılıyor. Şeşperlerin topuzu ise dervişin ait olduğu tarikatın sikkesi oluyor.48 Böyle bir resimden hiç kimse rahatsızlık duymadığı gibi üstelik Türkiye’nin en pahalı resmi oluyor. Neden? Peki, Osman Hamdi Bey kimdir?

Osman Hamdi Bey’in babası, ilk maden mühendisi İbrahim Ethem Paşa. Avrupa’ya tahsile gönderilen ilk beş öğrenciden biri. Hüsrev Paşa’nın köle pazarından alarak devşirip yetiştirdiği Ethem Paşa; Hariciye Nazırlığı (Bakanlık), Ticaret Nazırlığı, Valilik, Berlin Elçiliği, Viyana Elçiliği, Tanzimat Meclisi üyeliği, Encümeni Daniş üyeliği, Şurayı Devlet üyeliği ve Sadrazamlık yapmış olup, Sultan Abdülmecit’in de Fransızca öğretmenidir. Rivayete göre Pasteur’ün sınıf arkadaşı, kesin olansa dönemin “olağanüstü yetenekleriyle” Osmanlı Türkiye’sinin kaderine hükmetmiş, gerçekten çok önemli bir isim olduğu. Aslen Sakız adasından Rum bir ailenin çocuğu, İstanbul’a köle olarak getirilmiş.49 Ama Osmanlı’daki gulam/köle-devşirme sistemi, Enderun siyasası “analar neler doğuruyor” dedirtecek kadar muhteşem işleyen bir mekanizma kurmuş olduğundan devşirme İbrahim Ethem Paşa “başarıdan başarıya” koşmuş.

Gerek sinirli yapısı gerekse Rum kökenli olması sebebiyle “Deli Corci” denen İbrahim Ethem Paşa, Sultan Abdülmecit’in Yağlıkçılar Kâhyası Hacı Mustafa Ağa’nın kızı Fatma Hanımla evlenmiş. Bu evlilikten dört çocuk, Osman Hamdi, Halil Ethem, İsmail Galip ve Mustafa oluyor. Mustafa Bey ailenin en az şöhretlisi ve İstanbul Gümrük Müdürü’dür. Osman Hamdi Bey Paris’te öğrenim görmüş. (1857 veya 1860’da gönderilmiş) Osman Hamdi Bey, modernleştirici olarak bir kadın resmini de ilk yapan “Türk ressam”. Eşi Naile Hanım’ın portresini 1897’de yapmış. Eşinin Türk ismi Naile, gerçek ismi Marie ve bir Fransız. Naile Hanım, Osman Hamdi’nin ikinci eşi, ilk eşi de bir Fransız ve onun adı da Marie. Osman Hamdi, evinde çocuklarıyla dahi Fransızca konuşan, Nazlı isimli kızına bir şey yazarken, ismini bir Fransız nasıl okur da Nazlı diye telaffuz eder diye kaygılanan bir Osmanlı aydını. Von der Voltz’un tercümanlığını da yapan 1918’de Harbiye Nazırı olan Müşir Abdullah (Kölemen) Paşa, Osman Hamdi Bey’in damadıdır.50

Osman Hamdi Bey’in bir oğlu, üç kızı olmuş. Büyük kızı Leyla’nın eşi Vahit Bey (annesinin ismi Sara) intihar etmiş. Bu çiftin kızı Nimet bir ABD vatandaşıyla evlenip Amerika’ya gitmiş ve bir daha dönmemiş. Oğlu Hamdi Vahit, Çüruksulu Ahmet Paşa’nın kızı Belkıs Hanım ile Diplomat Ethem Menemencioğlu’nun kızları Nihal (Bebiş) Hanımla evlenmiş. Osman Hamdi’nin diğer kızı Nazlı, Diplomat Esat Cemil Bey’le evlenir. Çiftin kızları Cenan Hanım ilk evliliğini eski İstanbul Valisi Celal Bey’in oğlu Prof. Dr.

Ömer Sarç’la yapar. Ömer Sarç devrin İstanbul Üniversitesi Rektörü’dür. Osman Hamdi’nin oğlu Ethem Bey’in eşi Kamuran Hanım’ın babası Salih Münir Paşa’dır. Osman Hamdi Bey’in kardeşlerinden Nümizmat İsmail Galip Bey, Girit Vilayeti Müsteşarlığı da yapmış. İsmail Galip Bey’in oğlu Mübarek Galip Eldem’in kızı Roksan (Roksana) Hanım’ın oğlu da bir suikasta / terör saldırısına kurban olan ünlü MİT’çi Hiram Abas. Yani Osman Hamdi Bey Hiram Abas’ın dedesinin amcası oluyor.

Enver Paşa öldükten sonra dul eşi Naciye Sultan, Enver Paşa’nın kardeşi Mehmet Kamil Killigil’le evlenmiş. Çiftin kızları Rana Hanım Osman Hamdi Bey’in yeğeni Sadi Eldem’le evleniyor. Diplomat olan Sadi Eldem Fuat Köprülü Dışişleri Bakanı’yken Özel Kalem Müdürü. Bir önceki mason büyük üstadı olan ve yolsuzlukla suçlanan Diplomat Kaya Paşakay, Enver Paşa’nın yaşı kendinden küçük amcası Halil Kut’un kızı Şükriye Hanım’ın oğlu. Türkiye’de 1968–1980 döneminde tam anlamıyla sokak savaşları yaşandı. Türk çocukları solcu-sağcı veya daha açık ifadeyle sosyalist ve ülkücü diye ayrıştırılarak birbirine düşman edildi ve bu süreçte binlerce gencimiz hayatını kaybetti. 12 Mart 1971 askeri muhtırasından sonraydı. 19 Şubat 1972’de sol gruptan Ulaş Bardakçı “El ke toka a cudyo, le paga el Dyo” denerek, daha sonra da yine sol gruptan Mahir Çayan ve arkadaşları, kaçırılıp öldürülen İsrail Büyükelçisi Elrom’un intikamı için üstteki özdeyişe sadık kalınarak öldürüyorlardı. “El”, İbranice Tanrı ama günlük hayatta Tanrı’nın yerini İsrail alıyor ve “Cudyo’ya dokunanı Tanrı cezalandırır” sözü “Cudyo’ya dokunanı İsrail cezalandırır” olarak uygulanıyor.51 Elbette “Tanrı sadece solcu Türk gençlerini cezalandırmıyordu.” Ülkücülerden de Dursun Önkuzu diye başlayıp devam edip giden beş binlik bir liste 12 Eylül 1980’e gerekçe oluyordu. Yani önce kardeş kardeşe düşman ediliyor sonrası tam bir eğitimli Türk katliamına dönüşüyordu. Eminim bir gün gelecek bunlar üniversitelerimizde doktora tezlerine konu olacak.

Biraz daha devam edelim. Ünlü Mimar Sedad Hakkı Eldem, Nümizmat İsmail Galip’in kızı Azize Hanım’ın oğlu. Yani Osman Hamdi Bey, Sedad Hakkı Eldem’in dedesinin kardeşi. Sedat Hakkı Eldem’in babası Alişanzade İsmail Hakkı Bey diplomat olup, Halveti Sümbül Sinan Kolu’nun son şeyhinin kuzenidir. Sedat Hakkı Eldem, Ali Fethi Okyar’ın (İttihat ve Terakki Genel Sekteri, Cumhuriyetin İlk TBMM Başkanı II. Başbakan, İçişleri Bakanı, Adalet Bakanı, Serbest Fırka Kurucusu) da kayınbiraderi. Osman Hamdi’nin bugünlere ulaşan, siyaset, ekonomi, kültür, edebiyat, sanatçı, gazeteci, üst düzey komutan- general o kadar tanınmış aile-akraba fertleri var ki pek çoğunu hemen hemen hepimiz tanıyoruz. Chronicle dergisi Osman Hamdi’nin soyağacını web sitesinde yayımladı.52 Ayrıca akrabalık silsilesi için “Erguvaniler-Türkiye’de İktidar Doğanlar” kitabına bakınız.53

Söz konusu isimler ve aileleri en az 200 yıldır Türkiye’nin kaderine hükmediyor. İçlerinde Komünist Partisi yöneticisi, Liberali, solcusu, sağcısı, milliyetçisi, İslâmcısı, hasılı her fikir ve düşüncenin temsilcisi var. Osmanlı ve Cumhuriyet Türkiye’sinin yukarıda da ifade ettiğimiz gibi en az son 200 yılına hükmeden aile sayısı öyle yüzlerce falan değil, sadece bir düzine, evet bir düzine kadar ailenin mensup ve akrabalarından oluşan bir zincir. Böyle bir seçkinler topluluğuna ne ad verilir okuyucuya bırakıyorum ama Türkiye’nin 200 yıldır içinde bulduğu trajedi ortada. Laikler mistizmle, dindarlar dünyevilikle uğraşırken olan Anadolu insanına /reayaya olmuş olmaya da devam ediyor.

Şimdi de Türkiye’de oluşan oligarşinin seçkinlerinin /elitlerinin belirleyici temel unsurlarını vermekle yetinelim.

  1. Genel olarak gulam / köle — devşirme kökenli bir aileden gelen güç.
  2. Evlilikler yoluyla elde edilen akrabalık bağları ve kazandırdığı güç.
  3. “Belli” okullarda okumuş olmanın verdiği “cemaat içi”lik.
  4. İş ortaklığı yoluyla sağlanan güç ve “aile birliği”.
  5. Masonluk
  6. Tarikat. Gerek ehlisünnet gerekse buralarda gizlenen heterodoks tarikat mensuplarının dayanışması.

Osmanlı ve Cumhuriyet Türkiye’sinin en azından son 200 yılına damgasını vuran hiçbir olgu “tesadüf şeylerin” tesadüfen bir araya gelmesiyle oluşmamıştır. Cumhuriyet Türkiye’sinin bugün içinde bulunduğu sıkıntıları anlayabilmek için son 200 yıldır iktidarı ve muhalefeti tahterevalli misali alıp bırakan, zaman zaman ortaya çıkan kısa dönemli arızalar hariç, esas olarak aynı ailenin mensuplarıdır. Ailenin iktidarda olanları ve muhalefette olanları vardır. Solcu da onlardır, sağcı da onlardır. Liberal de onlardır, devletçi de onlar. Öyle ki laikçiler, İslâmcılar ve hatta arızi de olsa bazen milliyetçi ve Türkçü de aynı aileden çıkar. Türkiye’nin AB’ye girmesinin “nimetlerini” en iyi onlar bilir, ABD ve İsrail’in Irak’ı işgalinin “haklı” sebeplerini en mükemmel onlar analiz eder. Hâsılı Türkiye’de 200 yıldır keskinleşerek sürüp giden çatışmaların ve “çatışma kültürünün” asıl liderleri bir büyük ailenin mensuplarıdır. Elbette oluşturulan çatışma ortamında hayatını kaybeden, okulundan olan, askeri darbelerde ve emniyet müdürlüklerinde işkencelerin en usturuplusunun tadına bakan, yıllarca Yusufiyelerde çürüyen, darağaçlarında can veren insanlarımız ise sadece oyunun figüranlarıydı. Çünkü onların hiçbiri “Boğaz’daki aşiret” ya da “Erguvaniler”den değildi. Onlar az veya çok “zahiri” olana inanıyorlardı. Hâlbuki Boğaz’daki Aşiret ya da Erguvanilerin bir farkı vardı. Onlar zahiri olana değil Bâtıni olana inanırlardı. Her biri ilk bakışta farklı gibi görünen Kabalacılık, Masonluk, Bektaşilik, Mevlevilik ya da bir başka “tarikata” inanırlar. Ancak bunların hepsi Batıni inanç sistemini benimser, simge ve ritüel benzerlikleri ortak paydalarıdır. “Laik mistisizm”le halvet eyleyenler Kabala’nın gematria’sı, İslâmi mistisizmle halvet eyleyenler ebced hesabı ile İbrani ve Arap alfabesindeki harflere aynı rakamsal değeri verirler. Onlar bir “sır”ra sahiptirler. Yaptıkları her şey “bir”e, Mesihi Tanrı’ya ulaşmak için olduğundan “meşru”dur. Türk Müslüman ahali 1500’lerin ilk çeyreğinden bu tarafa böyle bir “meşru sır”rın gereği olarak uygulanan siyasi-iktisadi-dini politikaların “sunakta kurban edilen kızıl düveleri” konumundadır. Atatürk bu makûs talihi değiştirmek için önemli adımlar atmış olmasına rağmen ömrü vefa etmemiştir.

Bugüne kadar pek üstünde durulmamış olan kişisel/ailevi çıkarların kolektif/milli çıkarların önüne geçmiş olması, Türkiye’nin bekası için üzerinde durulmasını zaruri kılmaktadır. Bir devrim yaşamayan, zaten o şartlarda yaşaması da mümkün olmayan iktisadi elitin günümüze kadar bu zihinsel tutumu devam ettirmiş olduğu görülmektedir.54 Kökeninde Enderun siyasası, bürokrasisi merkezli iltizam-mültezim “sömürgeciliği” olan bu durum sebebiyle 2010 yılı itibariyle Cumhuriyet Türkiye’sinde kitlesel anlamda bir, birey-toplum ve birey-devlet ilişkisi kelimenin gerçek manasına uygun olarak hâlâ kurulamamıştır.

Dr. Ramazan Kurtoğlu

Kaynakça

  • 48. Tayfun Er, Erguvaniler-Türkiye’de İktidar Doğanlar, Destek Yayınları, 8. Baskı, İstanbul Kasım 2009, s. 299.
  • 49 A.e, s. 300.
  • 50 A.e, s. 300.
  • 51 A.e, s.303.
  • 52 http://www.chronicledergisi.com/content/view/244/I/
  • 53 Tayfun Er, a.g.e., s. 304–343.
  • 54 Oğuz Adanır, Kapitalizm Öncesi Evrensel Kültür/Zihniyetten Günümüze Osmanlı ve Ötekiler, Dokuz Eylül Yayınları, İzmir, Şubat 2004, s. 430.